Değerli Dostlar,
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren bir seyahatin içine doğuyoruz.
Anne karnına düştüğümüz noktada başlayan yolculuğumuz,
buradan şu anda olduğumuz yerden baktığımızda pek de iç açıcı değil.
Karanlık, ıslak bir mekan.
Her ne kadar her türlü ihtiyacın karşılandığı bir yer olsa da,
şimdiki gözümüzle bir hapishaneden farksız değil mi?
O halde dünyaya doğuş bir bakıma ucu açık,
ne idüğü belirsiz bir yolculuk gibi görünse de,
diğer yandan, bir kurtuluş
ve bir özgürleşmenin de meraklı kapısı.
Hasılı bir eve doğuyoruz.
Dört duvar arasındayız yine.
Yine ihtiyaçlarımız karşılanıyor, anne sütü, mama vs. derken
ilk adımlar ve yakamızı bir türlü bırakmayan o merak.
Keşfetme ve arama araştırma dürtüsü.
Tabi ki ebeveyn gözünden bir yaramazlık, karıştırma ve dertsiz başını derde sokma hali.
Evi keşfimiz çok uzun sürmüyor.
Birkaç sene içinde sokaklar ve parklar bizi bekliyor.
Oyunlar, arkadaşlar, kızlar, erkekler aldı alamadı, tuttu tutamadı derken
sokak ve park defterini kapatıyor ve ebeveynlerle de olsa
sırasıyla yaşadığımız mahalleyi, şehri ve imkanlar ölçüsünde,
anne babamızın doğduğu köyü, köyleri veya şehirleri keşfetmeye hazırız artık.
Tekrarlanan bir takım geziler ve rotalar,
bir müddet sonra sürpriz yolculuklara dönüşebiliyor.
Okul gezileri, iş seyahatleri, akraba ziyaretleri derken
yaşadığımız ülkede sıra.
Yaş kemale erdi, işimiz gücümüz, ekonomik gücümüz oranında
yine bir merak kırbaçlıyor bizi.
Daha fazla gezmek, daha fazla görmek,
gerek görmek için, gerek gezdiğini, gördüğünü gerek,
gezebildiğini, görebildiğini göstermek için.
Öyle ya hayat ne anneden babadan, ne doğduğun evden,
ne okuduğun okuldan ve çalıştığın işyerinden,
ne de yaşadığın şehirden ibaret.
Gidilecek nice şehirler, ziyaret edilecek nice ülkeler,
Temas edilecek nice insanlar ve kültürler,
tadılacak nice lezzet, uğranılacak nice durak var.
Buraya kadar konuyu getirmek istediğim yeri,
kiminiz epey fark etti.
Kiminiz de ne demek istiyor diye başını kaşıyarak yazıyı okumaya devam ediyor.
İşte asıl sözüm bu kısma kadar öyle ya da böyle yazıyı okumaya devam edenlere.
Bir yolculuktayız.
Meraklı bir yolculuk bu.
Hayat yolculuğunda gezilerimiz, ziyaretlerimiz, karşılaşmalarımız olmasa
düşünün, bir evin içinden çıkmadan nasıl deneyim kazanacaktık.
Gördüklerimiz, karşılaştıklarımız, onlardan öğrendiklerimiz olmasa
neyi nasıl deneyimleyecektik.
Anne karnında bir ömür,
Aynı mahallede geçen günler,
Yaşadığın şehirden hiç çıkmamak,
Doğduğun ülkeden ayrılıp hiç gurbette olamamak.
İlki hariç hepsi mümkün ve düne kadar da genelde de öyleydi.
Bir köyde doğar, büyür, evlenir barklanır, yuva kurar , çocuklarımızı
aynı köyde ya da şehirde büyütür ve günü geldiğinde de aynı şehirde
hayata veda ederdik.
Ne oluyordu?
Bu biçimde yaşayan insanlar,
şimdi farklı ülkeleri komşu kapısı yapan bizlerin bildiğini
bilmiyor muydu?
Hayat okuluna bir sıfır eksik mi başlıyorlardı?
Ya da yaşamın bilgeliğinden daha mı az nasipleniyorlardı?
Bunlar sorularımız.
Cevaplara gelirsek,
Hayır hiç de öyle değil.
Ne daha az biliyorlar, ne bizden daha az bilgeler,
ne de yaşam okulunda bizlerden daha az başarılılardı.
Asırlık sorudur,
çok okuyan mı bilir, çok gezen mi?
İkisi de bilmez efendim.
Neyi bilmez?
Kendini bilmez.
Kendini bilmenin okumakla, gezmekle
hiçbir ilgisi yoktur.
İşte madalyonun diğer tarafından baktığımızda ,
görürüz ki, devirdiğimiz cilt cilt kitapların,
sayısını hatırlamakta dahi güçlük çektiğimiz,
gezdiğimiz ülkelerin,
karşılaştığımız kültürlerin, bu yolculuklarda tanıdığımız insanların
Kendini bilmek bahsinde en ufak bir hükmü yoktur.
Kendini bilmeyen,
gezmekten mahallesinin, köyünün yolunu unutsa,
Değil şehirler , ülkeler görmek,
dünyada ayak basmadık yer bırakmasa,
Dünyayı sepet yapıp koluna taksa da BOŞtur.
Kendini bilen, bulan, anlayan için de,
Hiç mahallesinden köyünden çıkmasa da,
Hiç bir yabancı ülke görmese de,
Soğan ekmekten başka yemek tatmasa da,
ne yese, ne görse, ne tatsa, kiminle konuşsa,
ne yapsa ne etse hepsi HOŞtur.
Hasılı gezmelerimiz, görmelerimiz, ziyaretlerimiz,
tanımaya gayret ettiğimiz başka kültürler, başka insanlar,
bizim kendimizi bilmemize,
hayat yolculuğunun ne olduğunu anlayabilmemize
küçük de bir katkı oluyorsa,
yaşam bilgeliğinden nasibimizi alabilmeye
bir katkı sağlıyorsa ya da bunu bir biçimde becerebilmemize yardım ediyorsa
amenna çok iyi devam.
Gezmeye devam, görmeye devam.
Ancak gezilerimiz, seyahatlerimiz, bize bir benlik, kibir,
anlayışsızlık, gösteriş ve hödüklük olarak,
yani kendini bilmeme,
ya da bir tür sarhoşluk hali olarak
dönüyorsa
gezsen de boş, gezmesen de boş.
Hatta dahası böyle bir durumda ise
çoğu zaman evinde oturup demlenmen ve içine dönmen,
yakınlarda bir elma ağacı bularak, altına oturup,
yaşam bilgeliğinden nasibini almak için,
başına düşecek elmayı beklemen çok daha faydalı olacaktır
Sözün özü,
Elbette gezeceğiz imkanlar ölçüsünde.
dünyamız renklerle, kokularla, tatlarla dolu.
Ama bunca farklılığı görerek tanıyarak,
hala kapı komşumuza düşmanca bakıyorsak,
gözümüzde insanları diniyle, mezhebiyle, derisinin rengiyle ,
hayatını nasıl kazandığıyla,
politik görüşüyle, aidiyetiyle sınıflandırıyorsak,
bir değil bin şehir,
bir değil bin ülke gezsek, görsek ne fayda.
Anlayan anladı Efendim,
Alan da alacağı kadarını aldı.
Gezmelere,
görmelere devam.
Ama nereyi gezdiğini bilerek,
Uçmalara, kaçmalara devam
Ama neyi gördüğünü bilerek...
Bilen zaten biliyor.
Ne diyor Koca Yunus
Bilmeyen ne bilsin
Bilenlere selam olsun
Comments