Bir yazıya İstanbul başlığını atmak kolay değildir.
Her şeyden önce İstanbul bir şehirden çok ötesidir.
Pek çok ülkeyi katlar cebinden çıkarır.
Ne kaleme gelir ne lisana.
Kimi için olmazsa olmaz, kimi için bir hapishane, kimi için lüks bir tımarhane olsa da
Biz rehberler için bitmez tükenmez bir hazine, edebiyatçılar için şahane bir imge, tamamen duygusal bakanlar içinse bir darphanedir.
Bir kuyumcu hassaslığıyla tartmak gerekir yazdığını çizdiğini.
Tarihe öyle bir not düşersin ki bu eşsiz şehirden dem vurayım derken hiç ummadığın bir vebalin altına giriverirsin.
İlk görüşte aşkı yaşayanlar bilirler.
İstanbul ile ilk karşılaşma ilk görüşte aşktır.
Ne olduğunu anlamazsın ama cazibesine kapılmışsındır.
Sonra mahalle mahalle sokak sokak seni ruhunun ara sokaklarına doğru çeker.
Her gün daha bir yaklaşırsın bir gün gömleğinin yakasını açar, diğer gün kollarını dirseğine kadar kıvırır.
Bu yüzden belki de İstanbul'u hep bir kadın olarak tarif eder edebiyatçılar.
Cazibesine kapılan çoktur ama onun kime gönül vereceğini bilemezsiniz.
Bu uğurda ömrünü heba eden yazarlar, şairler, devlet adamları, aşıklarla doludur her bir köşesi.
İstanbul varılacak bir menzil olmadığı gibi, geçerken uğranılacak bir durak hiç değildir.
Her şehrin kalbi İstanbul'dur ve İstanbul'da atmaktadır.
Bu yüzden dünyanın pek çok ülkesinden pek çok turist İstanbul'a akmaktadır.
Türkiye'nin lokomotifi ülkenin tüm şehirlerine kan pompalar.
Hamsındır İstanbul'a düşmeden pişemezsin.
Çıraksındır, İstanbul'da ustalaşırsın.
Fırına ham kütük gibi bir un çuvalı olarak gelir, şansın ve nasibin , aşkın varsa
İstanbul fırınından pişkin ekmek olarak dizilirsin fırıncının vitrinine.
Varlıklıysan önce bir elinden alır neyin var neyin yoksa.
Sorduğun soruların cevabını er geç alırsın.
Gemiler yüzmenin ne olduğunu,
trenler özlemenin ve kavuşmanın nasıl bir şey olduğunu burada anlar.
Bir anda yıldız olur afişlerde ismini görür, bir anda kendini parklarda yatıyor bulabilirsin.
Bunlar her büyük şehrin gerçeğidir, her metropolde yaşanır diyebilirsin.
Kesinlikle doğrudur.
Ama her büyük şehrin hal lisanı farklıdır.
Olgun bir kimlik ve kişilik arıyorsan İstanbul'a geleceksin.
En azından yolun bir müddet İstanbul'dan geçecek.
Arayışta olan ruhun, dibin dibine ihtiyaç duyuyorsa yine İstanbul'a geleceksin.
İstanbul kendini arayan insan için Puzzle'ın eksik parçasıdır.
Niceleri orada kendini bulmuş, nicesi de kaybetmiştir.
İmparatorların, Padişahların, Sultanların,
tebdili kıyafet gezdiğini zannederek çıplak gezdikleri şehirdir.
Aya Sofya ( Kutsal Bilgelik) adına nice cehaletin yaşandığı çukurun ta kendisidir.
Ancak çukura düşenin suçunu çukura kesmek de bir başka cehalettir.
İstanbul sana yürürken önüne bakmayı, karşıdan karşıya geçerken sağına soluna bakmayı öğretir.
Ankara lise ise Üniversite İstanbul'dur.
Üniversiteye gelene kadar sağına soluna bakmayı öğrenememişsen bu üniversitenin kusuru değildir.
Yazının başında da dediğimiz gibi İstanbul üzerine kalem oynatmak
pek de kolay bir bahis değildir.
Zihinlerin de öyle bir çırpıda kavrayacağı iş hiç değildir.
Şehirlere zihinle bakarsak anlamak mümkün değildir.
Kalple bakarsak belki.
Hele İstanbul'a bakmaya çalışıyorsak,
Şehirlerin kalbinin karşısına ancak kendi kalbimizi koyarak anlamaya aday olabiliriz.
Ne derler kalp kalbe karşıdır.
Bu yüzden sarılırız sevdiğimiz insana
Çünkü kalbimiz yanındaki boşluğa gelecek kalbi bekler.
Kıssadan hisse:
Her şehrin kalbi olan İstanbul'un yanına kendi kalbini koy ki,
Binlerce yılın hikayesini hissetmeye, anlamaya aday olabilesin.
Yoksa pişmişin halinden ham ne bilsin...
Bir başka yazıda görüşmek üzere
Esen kalın,
Sağlıkla, huzurla kalın.
Kommentare